Köy Kızı "Köylü" Kızı!
Bugün bayram! Öncelikle bayramınızı kutlarım. Sizi biraz geçmişe götüreceğim.
Yıl kaç hatırlamam ama yaş 6-7… Bizim köyümüz Kaz Dağı’nın içinde, serince bir etektedir. Okul yaz tatillerimi koca üç ay boyunca anneannem ve dedemle geçirirdim, köyde. Düğünler, keşkekler, bağ bahçe, tavuklar, köydeki arkadaşlarım… Müthiş zamanlardı. Dedem normalde sinirlidir, pek de öyle gelen giden istemez. Ama benle rahatça kavga edebildiği için memnundu sanırım. Çocukken de şimdiki gibiydim, dik kafalı ve inatçı. Dedem elli kere civcivleri elleme dese yüz elli kere o civcivlere tuzak kurar ve dedemi kızdırırdım. Yarı köy çocuğu olarak büyüdüm desem yeridir. Hatta neredeyse bir çılgınlıkla liseyi Çanakkale’de okuyacaktım! Deli cesareti dedikleri… Neyse, çocukluğumdan beri köyle aramdaki ilişkim yüzünden aile arasında “köylü gibi” olarak anılırdım. O zamanlar bundan hoşnut olmazdım, büyüdükçe bu terimi benimsedim. Bazen köydeki büyük kuzenlerimle vakit geçirdiğimden ötürü hal tavırlarım ve hatta giyimimde ufak değişiklikler olurdu. Tütün dizip anneanneme yalvar yakar basma etek diktiren, sabahtan akşama böğürtlen toplayan, Büşra’nın evindeki salıncakta beyni bulanana kadar dönen, köy pazarlarına bayılan bendim. Denizde de şezlong falan sevmem –gereksiz masraf! Çarşaf ya da piknik örtüsü sererim. Kamplara, dalından meyve koparmaya ve ağaca tırmanmaya bayılırım. Tavukları kovalamayı artık sevmiyorum çünkü korkuyorlar yazık. Horoz tarafından kafası oyulmasına ramak kalmış, saçının içindeki arıyla bir buçuk gün yaşamış insanım. Yer sofrası ve yer yatağı canımdır. Kerpiç evler de elbette… Hal böyle olunca pek o “şeerli” tanımına uymuyoruz. Uymayalım da zaten.
Yıl kaç hatırlamam ama yaş 6-7… Bizim köyümüz Kaz Dağı’nın içinde, serince bir etektedir. Okul yaz tatillerimi koca üç ay boyunca anneannem ve dedemle geçirirdim, köyde. Düğünler, keşkekler, bağ bahçe, tavuklar, köydeki arkadaşlarım… Müthiş zamanlardı. Dedem normalde sinirlidir, pek de öyle gelen giden istemez. Ama benle rahatça kavga edebildiği için memnundu sanırım. Çocukken de şimdiki gibiydim, dik kafalı ve inatçı. Dedem elli kere civcivleri elleme dese yüz elli kere o civcivlere tuzak kurar ve dedemi kızdırırdım. Yarı köy çocuğu olarak büyüdüm desem yeridir. Hatta neredeyse bir çılgınlıkla liseyi Çanakkale’de okuyacaktım! Deli cesareti dedikleri… Neyse, çocukluğumdan beri köyle aramdaki ilişkim yüzünden aile arasında “köylü gibi” olarak anılırdım. O zamanlar bundan hoşnut olmazdım, büyüdükçe bu terimi benimsedim. Bazen köydeki büyük kuzenlerimle vakit geçirdiğimden ötürü hal tavırlarım ve hatta giyimimde ufak değişiklikler olurdu. Tütün dizip anneanneme yalvar yakar basma etek diktiren, sabahtan akşama böğürtlen toplayan, Büşra’nın evindeki salıncakta beyni bulanana kadar dönen, köy pazarlarına bayılan bendim. Denizde de şezlong falan sevmem –gereksiz masraf! Çarşaf ya da piknik örtüsü sererim. Kamplara, dalından meyve koparmaya ve ağaca tırmanmaya bayılırım. Tavukları kovalamayı artık sevmiyorum çünkü korkuyorlar yazık. Horoz tarafından kafası oyulmasına ramak kalmış, saçının içindeki arıyla bir buçuk gün yaşamış insanım. Yer sofrası ve yer yatağı canımdır. Kerpiç evler de elbette… Hal böyle olunca pek o “şeerli” tanımına uymuyoruz. Uymayalım da zaten.
Bugün arife pazarına giymediğimiz elbiseleri döktük, annem ve kız kardeşimle. Fikir ondan çıktı ama ses ondan çıkmıyor. Zamanında pazarda limon ve su satmışlığım, kuzenimle market kataloglarını 10 kuruşa satmaya çalışmışlığımız var –adamın biri acıyarak 10 kuruş vermişti bizi dilenci sanıp, arkadaki koca apartmanın bizim olduğunu bilseydi sanırım odunla kovalardı. Ben çekingenliğimi üstümden attım ve başladım bağırmaya tabii: “Tişörtler üç elbiseler tunikler pantolonlar beş liraaaa” diye. Siftahı 15 lirayla açtık. İki üç fotoğrafımız var. Arkadaşlarıma yolladım inanamadılar. Tam “köylü” gibi gözüküyoruz fotoğraflarda. Ne yapalım! Bir köyümüz var ki… Yalan değil? Ama tabii o şehirli tanımındaki köylü kadar saf değiliz. Köylü kurnazlığındaki o üçkâğıdı ben de yaptım. Şuan yaklaşık 50-60 teyze bizim Bursa’da DUHA adında bir tekstil firmamız olduğunu düşünüyor. Ve Fatih’te de bir dükkânımız. Döktüğümüz mallar da “seri sonu”. 10-20 kadar abla öğrencilikten bu işe kalkıştığımızı sanıyor. Oysa tamamen işsizlikten! Bendeki amaç tamamen eskilerden kurtularak eğlenmekti. Saat akşam 20:30’dan gece 01:00 küsüre kadar bağırdım. Bir rahatladım anlatamam. Meğer bağırmaya ihtiyacım varmış. Bugün de köyden indiğimiz şehirde, çadırdan sahile kadar her yere götürdüğümüz çarşafımızın üstünde kimliğimizi çaktırmadan koruduk. Bu yolun uğrunda ben astım ilacımın bittiğini unutup artık öksürmekten ciğerleri elime alma noktasına geldim. Sonra gecenin üçünde nöbetçi eczane bulduk. Olsundu, güzeldi. Çok para kazandım. Tek ben bağırdığım için normalde tüm parayı almam lazımdı –gülme efekti. Ama tabii ki öyle yapmadım fifty-fifty. Şuan inhalerime sarılıp uyuyacakken bu anıyı taze taze not edesim geldi.
Geriye denilecek tek bir şey kaldı:
"Sen sus la şeerli!"
*İlk resim: köyüm, ikinci resim: pazara döktüğümüz eşyaların bir kısmı.
Yorumlar
Yorum Gönder